13 Şubat 2012 Pazartesi

Oscar'da Nostalji Rüzgarı

Bu yıl Oscar ödüllerine nostaljik havasıyla geçmişi anlatan filmler vuracak gibi... Mesela The Artist filmi bir sessiz sinema artistin zamanın değişmesiyle nasıl etkisiz kaldığını anlatmaktadır.  Dünkü amatörler sesli filmle başarıya koşarken değişime ayak uyduramayan sessiz film sanatçıların bocalaması konu olarak ele alınmış lakin karamsar bir hava çzmekten ziyade yüzümüzde bir tebessüm bırakmayı tercih ediyor film.

Şahsen The Artist filminin performanslarını abartı olarak görüyorum. Bu denli belirgin mimik ve davranış biçimlerinin sergilenmesi ve tekrarlanması büyük ihtimalle yönetmenin konseptinde yer aldığı içindir, hani sessiz sinemadan sesliye geçişini vurgulamak açısından ön plana çıkarılmıştır lakin kurguyu hiçte yenilikçi bulmadım. Sunset Bulvarın temasını, Yaşamın Renkleri filmine benzer süprizleri ve son olarak The Aviator filmindeki yalnızlık duygusunu alarak karşımıza maydonozu eksik bir yayla çorbası gibi getirildiğini düşünüyorum. Film kötü değil ama abartılacak bir yanı da yok bana göre. Yağmur Altında gibi tekrar tekrar izlenilecek bir eserde değil üstelik. Ödül töreninden sonra bu filmin tozlu raflarda yerini alması hiçte uzak bir ihtimal değil.

Başka nostaljiyle dövünen bir film Woody Allen'in Parisli Geceler filmi...Woody bu sefer 1920'nin Paris'ine kafasını takmış. Woody yine yapacağını yaptı ve hoş bir film çekmeyi başardı. Owen Wilson'u pek sevmeme rağmen bu rolüyle gözüme baya bir sempatik göründü.




Filmin ilginç yanı Paris'i hem şimdiki zamanda hem geçmiş zamanda göstermesi diyebiliriz ve sadece Paris değil, karakterlerin ve sanatçıların yarattığı sanatsal aura, tarih kokan gezintileri ve enteresan ilişkiler bu ambiyansa dahil. Şimdiki zamandan memnun kalmayan insanların, ben yanlış zamanda dünyaya gelmişim...şu zamanda yaşamalıydım, o zaman herşey güzel olurdu fikri film boyunca irdeleniyor diyebiliriz. Hayallerin ve ilhamın gerçekliğe nasıl bir renk kattığını görebiliyoruz ki bu hayallerimizden uzaklaştırmak isteyen kişilerden yolların ayrıldığının da o gerçekliğin bir parçası olduğunu idrak ediyoruz. Bazen yağmur altında yürümek güzeldir.

Yılın en iyi filmlerden biri de hiç kuşkusuz The Help tir. Viola Davis ve Octavia Spencer, her ikisi de olağanüstü bir oyunculuk ortaya koysalarda Kathryn Stockett'in kitabı başlı başına harika  bir eser.
Amerikan'ın özgürlük ve bağımsızlık savaşı bitmiş ama sihayi vatandaşları Mississipi gibi eyaletlerde hala üçüncü sınıf vatandaşı muamalesi görmektedir. Elbette yine mi ırkçılık teması diyeceksiniz ve bir yadırgama içine girebilirsiniz. Ancak filmin eleştirileri bana çok doğal ve samimi geldi, hikayede bir o kadar gerçekçi. Siyahi dadı ve hizmetkarlarn gözünden Amerikan burjuva sınıfını görmek ve evlerinde nasıl bir yaşam sürdüklerini görmek hem eğlenceli hem üzücüydü. Trajikomedi sınıfında en iddialı filmlerden biri, kalben sevdiğim bir film olmuştur.

Gelgelelim Savaş Atı (War Horse) filmine, Spielberg'in fikri bir atın gözlerinden I.Dünya savaşını yansıtmak olsada film oldukça yetersiz kalıyor. Atı yetiştiren çocuk ve atımız arasındaki bağlılık tüm hayvanseverleri yüreklendirmiş olabilir ama eskiden çevirilen Lassie filmlerin klasına bile yaklaşamadığını düşünüyorum, ki bana göre heyecansız ve klişelerle bezeli bir serüvenle karşılaştım. Steven Spielberg'in şöyle böyle  biraz duygu sömürüsü yaparakta, filmde barış mesajların verilmesiyle bir yere varılamayacağı görülüyor. Eskimiş bir zihnin eseri gibi duruyor War Horse. Bazı yerlerde sinematografi adına güzel kareler yakalanmış ama hikaye bana göre sönük. Yalnız atın kaçışı fena değildi ve küçük kızla tanışması.


Nihayet Hugo filmini izleme şansını buldum ve fantastik sinemanın yaratılışı ve doğuşuna karşı bir saygı duruşu niteliğinde olduğunu farkettim. Scorsese Hugo Cabaret'nin hikayesini anlatarak bir nevi ilk film yapımcılardan George Melies'nin hayatını da anlatmış oluyor. Biraz sabır isteyen bir yapım olduğu için bazılarınız sıkılabilir ama bence güzel bir hikaye idi. Çocuk oyuncuların performansları da hoştu. Çocukların macera ruhu bana biraz Yukarı Bak animasyonunu hatırlattı. Hoş bir hikaye, ancak en iyi film Oscarını sırtlayabilecek kadar iyi değil. Ne kadar güzel çekilmiş olsada sonuçta yinede bir çocuk filmi olarak karşımızda. Söylemeden edemiyeceğim, Chloe Moretz'in oyunculuğunu bu filmde de beğendim. Scorsese sinema tarihinin geçmişini anarak bir nevi The Artist gibi sinemanın kökleri karşısında eğilmiş lakin The Artist sanat ve fikir açısından ödül için önde görünüyor.

Oscar gecesinden evvel 'My Week With Marylin' filmini de izleyerek Colin isimli bir gencin Prens ve Şovkızı filmin çekimleri sırasında Marylin Monroe ile beraber bir hafta geçirme şansını bulmasıyla Marylin hakkında kendi izlenimlerini bize aktarmasını gayet hoş buldum.

Yalnız Michelle Williams'in yüzünü bir türlü Marylin Monroe'nun simasına yakıştıramadığım için filme bir türlü ısınamadım. Hiç şüphesiz Bayan Williams iyi bir Marylin performansı ortaya koymuş, mimikler ve davranışlarıda iyi ezberlemiş, ancak kendisini tatlı bulmak imkansız, zira o Marylin değil. Uzaktan belki yüzü seçilmeyebilir ve filmin atmosferi de gayet güzel sayılabilinir. Ne yazık ki biraz heyecansız ve yavaş bir film olduğunu düşünüyorum, onun için daha Marylin'i merak edenlere hitap edecek bir biyografi kesidi bu film.


Geçmişin gizemli rüzgarınla ilgilenen başka bir Oscar adayı Meryl Streeptir. Zamanının demir leydisi Magaret Thatcher'i canlandırarak iyi bir iş çıkarttığı söyleniyor ama fragmanlarda gördüğüm kadarıyla Streep abartılı bir oyun seçmiş, bu da benim tarzıma hiç uymuyor. Oscarı bu performansnla zorlasada, umarım Viola Davis heykelciği kucaklar, artık ne olacağını hep beraber göreceğiz.

3 yorum:

  1. Genel olarak fikirlerimiz aynı yönde. Senden ffarklı olarak The Artist'i beğendim ben. Midnight in Paris'in senaryosunu çok orjinal buldum. Ayrıca The Help bana görede yılın en iyi filmlerinden. War Horse ise dediğin gibi yetersiz. Açıkçası adaylar açıklanmadan önce büyük bir heyecan içinde olduğum Oscar için şu anda tek bir heyecan kıpırtısı bile hissetmiyorum:)

    YanıtlaSil
  2. :) The Artist'i beğenmedim demiştim, ama sanırım fazla beklentiyle izlediğimden daha değişik şeyler beklemiştim. Yoksa içindeki aşk hikayesi güzel sayılır. Umarım The Help filmine haksızlık yapılmaz ve Oscarlarda ödüllerle onore edilir.

    YanıtlaSil
  3. En İyi Yardımcı Oyuncu dalında alabilir. Onun dışında The Artist hakimyet kuracağından pekte fazla ödül alacağını sanmıyorum.

    YanıtlaSil